Eraslan Sağlam: "Ben ibadet eder gibi fotoğrafa inanırım. Fotoğrafın önemine çok fazla inandım, çok fazla sevdim." demiş Ali Öz bir söyleşisinde. Kendisi şu anda Açık Dergi programının konuğu, hoşgeldiniz.
Ali Öz: Hoşbulduk efendim.
ES: Sizi burada ağırlayış nedenimiz, Antartist Yayıncılık'tan çıkan Türk Fotoğrafçıları Kütüphanesi'nde sizin de fotoğraflarınızın yayınlanmış olması, sizin de bir kitabınızın çıkmış olması. Öncelikli olarak Türk Fotoğrafçıları Kütüphanesi'ne bakacak olursak, bu Türkiye'de fotoğraf sanatı adına nasıl bir boşluğu dolduruyor?
AÖ: Türkiye'de fotoğraf sanatı adına çok iyi bir boşluğu doldurdu, çünkü Türk fotoğrafçıları kimdir, nedir diye baktığımız vakit böyle bir dizin yoktu, tek tük yapılan albümler vardı. Dolayısıyla Antartist Yayıncılık kendilerince 40 tane fotoğrafçı belirlemişler ilk aşamada ve bu 40 fotoğrafçının, her fotoğrafçının kendi özelliklerini anlatan bir derli toplu bir kitap oldu.
ES: 40'ını birden burada saymak olanaksız ama ilk planda aklınıza gelen fotoğraf sanatçıları kimler?
AÖ: İlk 10'da Ara Güler var, Gültekin Çizgen var, Sabit Kalfagil var; ikinci çıkan 10'da hatırlayabildiğim kadarıyla İbrahim Demirel, Haluk Uygur var.
ES: 2005 yılının sonunda da bu 40 isim tamamlanmış olacak diye duymuştum?
AÖ: Doğru ve eğer bu iyi giderse bundan sonra diğer 40'lar devam edecek, genç kuşakların da albümleri çıkartılmaya çalışılacak.
ES: Umarım devam eder. Bu arada bu seçki oluşturulurken hangi kriterler göz önüne alınarak bu isimler seçildi?
AÖ: Bu yayınevinin ve Fuji Film'in ortaklaşa hazırladığı bir çalışma, sanırım Türkiye'de fotoğraf alanında çalışan, kendilerince 40 fotoğrafçıyı belirlemişler. Zaten benim seçilişimden haberdar oluşum da bana eve gelen mektupla oldu.
ES: Girişte sizin bir söyleşideki sözlerinizi aktararak konuşmamıza başladık, bu sözler de aslında sizinle olan söyleşimizin temelini teşkil ediyor sizin fotoğraf sanatına, hayata bakışınızla ilgili olarak. Fotoğraflarınızda öncelikli olarak, ilk tercih olarak toplumsal tarihi belgeliyorsunuz, bununla bağlantılı olarak çok yoğun biçimde yaşadığımız bellek yitimi ile ilgili olarak neler düşünüyorsunuz, toplumsal tarihi belgeleme çabasında olan bir sanatçı olarak?
AÖ: Biz belleksiz, beyinsiz bir toplum olduk, okumayan, düşünmeyen, hatırlamayan bir toplum olduk. Dolayısıyla ben kendi koşullarım içerisinde bir yola girdim, gazetecilik mesleğimi, fotoğrafçılık mesleğimi kendi dünya görüşüm, bakış açımla birleştirdim, bir şeyler yapmaya çalıştım. Bunu yaparken de tarihsel fotoğraf yapmaya çalıştım. Yani ben ona politik belgesel diyorum. Dönemimi yaşayabildiğim, yetişebildiğim herşeyi fotoğraflayarak bugüne ve geleceğe bir şeyler aktarmak. Bu çaresizlik içerisinde ben kendimce böyle bir şeyler yapmaya çabaladım.
ES: Ve bunu politik belgesel adı altında sürdürüyorsunuz. Bu kavrama biraz daha açıklık getirecek olursak, toplumsal anlamda bellek yitiminde toplumun sizce bir kabahati var mı, yoksa bunun nedenlerini başka yerlerde mi aramamız gerekiyor?
AÖ: Bunun nedenini önce medyada aramak lazım, sistemde aramak lazım. Biz Basın Yayın mezunuyuz ve iyi bir eğitimden geçmiş insanlarız, gazetecilik benim gözümde çok önemli bir meslek, benim birinci tercihimdi ve çok sevdiğim bir alan. Ama ben bugün mesleğimi yapamıyorum, çünkü bugün basın Türkiye'de gerçek anlamda işlevini yapmıyor. Basın ne yapıyor? Toplumu uyutmak, oyalamak, eğlendirmek, düşündürmemek, onu kendi gerçeklerinden koparmak gibi bir işlev üstlendi bugün.
ES: Bu anlamda Açık Radyo'da çalıştığım için bir kere daha şükrediyorum. Son zamanlarda fotoğraf sanatçıları arasında çok ciddi bir tartışma söz konusu, bu da fotoğrafın tecimsel kimliği ile ilgili olarak gerçekleşiyor. Siz benden çok daha iyi bilirsiniz, fotoğrafın başka yan alanları var, moda, reklam, vs. fotoğrafları gibi. Sizin bu alanlara bakış açınız nedir?
AÖ: Tabii ki bu bir tercih sorunu ve hayat devam ettiği müddetçe de farklı çalışmalar olacaktır, bu doğaldır, olması gerekendir. Hayatın olduğu yerde moda fotoğrafı, deneysel fotoğraf, vs. her türlü fotoğraf olacaktır ama benim tercihim belgesel fotoğraf, hatta ben onu bir adım daha ileri götürüp politik belgesel fotoğraf diyorum. Bunu seçtim, tercihim bu yönde ama Türkiye'de yeni bir sürü fotoğraf okulları açıldı ve ticari kaygılar ön planda, para kazanma ön planda. Moda fotoğrafı ve diğer alanlar daha iyi para getiriyor, örneğin reklam fotoğrafçılığı çok kullanılan bir şey ve çok da iyi para kazanılan bir alan.
ES: Özellikle yeni kuşak fotoğrafçılar arasında birincil tercih olması, politik belgesel fotoğraf çeken sizin gibi bir kişi olarak canınızı sıkıyor mu?
AÖ: Canımı sıkmıyor, tabii gönül ister ki keşke Türkiye'de 100 tane olsa da, Türkiye'nin tarihini, her şeyini fotoğraflasa ve gelecek kuşaklara aktarabilse. Ama bu bir tercih sorunu. Benim çalıştığım alan çok zor, zahmetli bir alan. Ölüm riski yaşadığım bir alan, para kazanamadığım bir alan, cefası bol ama getirisi olmayan bir alan. Dolayısıyla genç kuşaklar az heves ediyor ve heves etse bile zaten başka bir sorun daha var, basın fotoğrafçılara gereken önemi vermiyor. Örneğin foto muhabiri arkadaşlar basının zencileri konumunda, yani itilip kakılan insanlar konumunda, imzasına sahip çıkamayan insanlar konumunda. Kullandığımız onlarca milyarlık malzemeye karşılık yeterli para kazanamıyoruz. Bu anlamda ilginin az olması doğal.
ES: Haber fotoğrafının, belgelemenin dışında fotoğrafın sizin için başka bir önemi var mı?
AÖ: Haber fotoğrafçılığı sadece belgelemek, resimlemek değil, tabii ki estetik kaygılar olmalı, ben bunu önemsiyorum, mümkün olduğu kadar da çalışmalarıma katmaya çalışıyorum. İyi bir haber fotoğrafın estetize edilmesi lazım, ayıklanması, temizlenmesi gerekir ki algılamada kolaylık yaratsın. Karışık bir haber fotoğrafı ile sadeleştirilmiş bir haber fotoğrafının algılaması tamamen farklıdır, etki gücü farklıdır. O yüzden haber fotoğrafçılığı tam tersine estetik olmalı ki daha etkili olsun, amacına ulaşabilsin.
ES: Haber fotoğrafı çekenlerin yeterince objektif olmaları gerektiğine inanıyor musunuz? Ya da kendi dünya görüşü doğrultusunda, gördüğü resimde kendi gözündeki en önemli kareyi bulup çekmesinde herhangi bir sakınca görüyor musunuz?
AÖ: Görmüyorum, örneğin hayata bakış açımda ben taraf olduğumu söylüyorum ama bu benim kendi düşünce yapım. Ben insandan yana tarafım, savaş fotoğrafı çekiyorum ama savaş olmasın diye savaş fotoğrafı çekiyorum. Açlığı fotoğraflıyorum, ama insanlar aç kalmasın diye. Bu anlamda tarafım, bu anlamda bakış açım var ama manipülasyonlar, çarpıtmalardan uzak bir anlayışım da kesinlikle var. Zaten gazetecilikte doğruları net olarak gösterdiğin vakit hedefine ulaşıyorsun, ona bir şey eklemeye, çarpıtmaya bence gerek yok.
ES: Bir söyleşinizde, "biraz felsefi olarak fotoğraf yapıyorum" demişsiniz. Bunu biraz açar mısınız lütfen?
AÖ: Hayata bakış açısı ile ilgili; bir dünya görüşüm var, hayattan edindiğim, eğitimden aldığım bir bakış açım var. Dolayısıyla bu aldığım eğitim, kültür, bakış açısıyla fotoğraf yapmaya çalışıyorum. Ben 3,5 yıldır savaşla yatıp savaşla kalkıyorum, Bağdat'a gittim canlı kalkanlarla, Irak Dünya Mahkemesi'ndeydim... Demek ki benim insandan yana, hayatın güzelleşmesinden yana bir fotoğraf anlayışım var.
ES: Haber fotoğrafında sizin için zamanlamanın yeri ve önemi ne?
AÖ: Bir foto muhabiri doğru zamanda doğru yerde olmalı ve benim de haberci kişiliğimle fotoğrafçı kişiliğim bütünleşmiş vaziyette. Her zaman doğru zamanda doğru yerde olmaya gayret ettim. Şöyle bir örnek vereyim, 26 yıldır, 20 yıldır da profesyonel basın fotoğrafçıyım, son 4 yıldır çalışmıyorum ama çalışmıyorum diye yatmayı seçmedim, tam tersine daha çok çalışıyorum. Benim evim bir gazetenin haber merkezi gibi, çalışmadığım dönemde ben eve gelip 11.30'da haber dinleyip, 12.00'de otobüse atlayıp Ankara'daki esnaf eylemini çektim. Bugün arkama dönüp baktığım vakit, iyi ki gitmişim diyorum, iyi ki Bağdat'a canlı kalkanlara gitmişim diyorum.
ES: Biraz kişisel gözlemim, sanırım siz de katılırsınız, apolitik olmak, apolitik davranmak, görünmek bir moda şu anda günümüzde. Siz de politik fotoğraf çekmek konusunda ısrarlısınız. Bu noktada uyumsuzluk gibi görünen özellik sizin fotoğraf hayatınızda size zorluk çıkarıyor mu?
AÖ: Tabii ki çıkartıyor. Azınlıktayız, bir avucuz ama ben şunu biliyorum, hayat bu azınlıktaki insanların sırtından gidiyor, katlanılır, yaşanılır hale geliyor.
ES: Onun için bu zorluklara değer diyorsunuz?
AÖ: Tabii, değer.
ES: Dijital fotoğrafla aranız nasıl?
AÖ: Çok iyi, ben bütün gelişen teknolojileri takip etmeye çalışırım. Kaldı ki çalışmadığım şu dönemde dijital fotoğraf bana büyük kolaylık sağladı. Çünkü çok film parası ödüyordum, şimdi ödemiyorum. Dijital fotoğraf, belgesel fotoğrafçı için büyük bir avantaj, daha çok çekme, daha çok belgeleme imkânı sağlıyor, ama doğru kullanıldığında, photoshop vs. kullanılmadığında.
ES: Yani müdahale etmeksizin?
AÖ: Evet.
(Fotoğrafları büyük görmek için lütfen tıklayınız.)
(2 Ağustos 2005'te Açık Radyo'da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)